Mustafa AYSAN, Radikal, 28.08.2001

        Dostum Üzeyir Garih

1965'teki ilk görüşmemiz, işletmecilikle ilgiliydi. Ama bu ilk mesleki görüşmede, onun uygulamadan geliştirdiği ve benim yurtdışındaki eğitimimde ulaştığım işletmecilik yaklaşımımın tıpatıp uyuştuğunu belirlemiştik. O sırada, İşletme İktisadı Enstitüsü'nde 'Kontrol' adı altında, muhasebe bilgilerinin yaratılmasından çok, bu bilgilerin yönetimde karar verme aracı olarak kullanılmasına ağırlık verecek biçimde yeni bir dersi düzenlemeye çalışıyordum. Üzeyir bey, bu yaklaşımı beğenmiş ve benimle görüşmek istemişti. 1954'teki kuruluşundan beri okulumuzun gelişmesine büyük ilgi gösteren ve onu destekleyen Üzeyir bey, benim bu yaklaşımımla yakından ilgilenmekte ve sonradan kendisinin 'işletme muhasebesi' adını verdiği bu yaklaşımı benimsediğini söylemekteydi. O zaman, Türk işletmeleriyle ilgili 'vaka etütleri' olmadığı için, Amerikan vakalarının dilimize çevrilmesi yoluyla başlattığım dersle ilgili, haklı eleştirileri vardı. Dersin, Türk vakalarıyla yürütülmesi gerektiğini söylüyordu. Ama 1960'ların koşulları altında Türk firmalarından bilanço ve kâr-zarar bilgileri alma ve onları derse götürme olanaklarımız yoktu. Dersin Amerikan vak'alarıyla yürütülmesi ya da hiç yaratılmaması seçenekleriyle karşılaşınca, Türk vakalarının geliştirilmesinin sonraya bırakılması yolunu seçmiştim. Sonradan, 'Deneyimler'ini yayımlarken, Türk işletme deneyimlerinin, ders olarak okutulması konusundaki ihtirasının gelişmesinde bizim konuyla ilgili tartışmalarımızın büyük payı olduğuna inanmışımdır. Şimdi onu anlamsız ve acımasız biçimde yitirdikten sonra, bu konudaki inancım kesinleşmiştir: Üzeyir beyin yedi ciltte topladığı deneyimlerinin, işletme okullarımızda ders dizisi biçimine dönüştürülmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum.
İlk görüşmelerimizden sonra, deneyimlerinin gençlerimize ulaştırılmasını istediğim için, onu sık sık İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi ve İşletme Enstitüsü öğrencileriyle
buluşturmaya çalıştım. Konferansları sırasında gençlerle karşılıklı söyleşileri, ona büyük mutluluk, bana büyük sevinç verirdi. O hem deneyimlerini herkesle paylaşmayı ve hem de onlarla ilgili tartışma yapmayı seven ve bundan mutluluk duyan bir kişiliğe sahipti. Konferanslarında dinleyenleriyle kurduğu iletişimin derecesi, onu bir hitabet ustası yapmıştır. İşletme yöneticiliğinin teorilerle öğretilemeyeceği, birçok olaydan çıkarılmış ve her işletmede uygulanabilecek sonuçlarla, yöneticiliğin daha iyi öğretilebileceği konusundaki görüşlerini paylaşmış olmamızın, sonradan derinleşen ve aile fertlerine kadar yaygınlaşan dostluğumuzun gelişmesinde önemli payı olmuştur.
Üzeyir beyin kişisel dostluğunun zevkini anlatabilecek kelimeler bulmakta zorlanıyorum. Kişisel sorunlarımla ilgili pek konuşmak istemediğim zamanlarda, bu konuların açılmasını ve üzerinde konuşmamızı, tüm çabalarıma karşın sağlayıp beni rahatlattığı ve kişisel sorunlarıma o pratik yaklaşımıyla ne çözümler ürettiğini şimdi özlemle anımsıyorum.
O, etrafımızdaki olaylarla ilgili derin düşüncelerle felsefe oluşturmaya bayılan bir pratik filozoftu. Türlü olayları, en ince ayrıntısıyla inceledikten sonra felsefeler üretmeyi ve bu felsefelerden pratik çözümlere ulaşmayı ustalıkla başarabilen bir büyük düşünür idi. Şimdi ben ve tüm toplumumuz, bu büyük ustanın yol göstericiliğini yitirmiş bulunuyoruz. Ne kadar yazık!
Üzeyir beyle dinciliği ve onun ülkemize verdiği zararları konuşurduk. O, tüm dinlere aynı yakınlıkta olan bir inançlı kişiliğe sahipti. Müslümanlığı konuşurken, en az benim kadar dindar ve benim kadar bilgili olduğunu görürdüm. Hıristiyanlığı da kendi dini kadar incelemiş ve sonuçlar çıkarmıştı. Dini bağnazlığın insanlığa çektirdiği işkenceleri üzüntüyle, sıkıntıyla ve bunalarak konuşur ve Atatürk'ümüzün bu açıdan ülkemize yaptığı büyük hizmetleri minnetle anımsatırdı. Üzeyir bey kadar Atatürk'ümüzü iyi incelemiş ve büyüklüğünü dünyaya anlatmış kişilerin aramızda çok az olduğunu düşünüyorum. Türkü ve Türklüğü yüceltmek için bu kadar çok çalışmış bir insanı, bir hiç için yitirmemiz, ne kadar acıdır.