Haşmet BABAOĞLU, Sabah, 30.08.2001

 

 

Yazmak zor...

Yakınları "Varlık Vergisi" çilesi çekmiş ("Salkım Hanım'ın Taneleri"ni hatırladınız mı?) bir Musevi-Türk genç adamın hayat yoluna çıkışını düşünün.

Gücenikliğini kendine bayrak yapmak yerine kabuğundan dışarı çıkıyor... Azınlık bilincine yapışıp kalmak yerine emeğini, kazancını ve bilincini herkese açmayı tercih ediyor.

Sıfırdan başlayıp saygın ve güvenilir bir işadamı oluyor. Deneyimlerini işadamı gibi değil, bir fikir adamı gibi herkesle paylaşmaya açıyor...

Sert çatışmaların, acımasız mevzi almaların ikliminde mutedil ve dengeli bir kimlikle 70 küsur yıl....

Sonra...

En sonunda...

Vahşet hem onun hem de ülkenin yolunu kesiyor...

Yetmiyor... Cinayetin kendi ağırlığı, korkunçluğu toplumun üstüne çökmüşken, ardından medyatik-polisiye hatalar zinciri üst üste geliyor.

Bu nasıl iş?

***

Bir çilekeşin serüveni, Türkiye'nin serüveni...

Sisifos'un Kayası'nı andırıyor. Kan ter içinde yokuş yukarı iterek zirveye ulaşıyorsunuz. Yüzünüz aydınlanmaya başlıyor, gözleriniz parlıyor.

"Bitti işte bu sıkıntı, şimdi sıra rahat rahat soluk almaya geldi!" deyip kayaya omuz vermeyi bıraktınız mı, gerisin geri yuvarlanıveriyor.

Hep böyle oluyor.

Ve en aşağıdan... Yeniden başlamak zorunda kalıyorsunuz!

Neden cinayete cinayet, vahşete vahşet demekte zorlanan bir ülkeyiz?

Neden öteden beri işkenceciye işkenceci, yalancıya yalancı, zorbaya zorba demekten kaçarız?

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de zanlıları çarçabuk katil ilan etme azmimiz var! Biliyorum, hukukun son sözünü bekleyecek sabır ve adabı yitireli çok oldu...

Ama yaratılan her kafa karışıklığına "işte çözüm" diyen bir medyanın içinde olup da Üzeyir Garih'in öldürülmesi üzerine yazmaya kalktığında insan... Klavyenin başında kilitleniveriyor!..